Sanat tarihi alanında paradigma değişimi konusunu
gündeme getiren ilk feminist sanat tarihi uzmanı,
Linda Nochlin'di.
1971 tarihli "Neden Büyük Kadın Sanatçılar Yok?" başlıklı yazısında;
"Feminist eleştiri, yalnızca kadın sanatçılarla ilgili değil; aynı
zamanda kadın sanatçılarla ilgili önyargıları ve yetersizlikleri
ortaya çıkarmak için kültürel ideolojinin
sınırlarını delebilme ile ilgilidir."
Batı sanat tarihinin mevcut araştırma paradigması
temelde kadın sanatçıları reddediyor veya görmezden geliyor.
Bilimsel araştırmanın nesnelliği ve adilliği açısından bu durum;
taraflı ve dar görüşlü bir yaklaşımı kanıtlıyor.
Griselda Pollock;
İkinci kuşak feminist sanat tarihçisidir.
Pollock, ilk nesil akademisyenlerin araştırmalarına dayanarak,
Batı Marksizmi'nin felsefe-estetik teorisini, Freudyen okulun
psikanalizini,
Derrida ve Foucault tarafından temsil edilen yapısökümcülüğü,
kapsamlı bir şekilde bütünleştirdi.
Kültürel çalışmalar, psikoloji ve psikiyatrik tıp verilerini de
dikkate alan, feminist sanat tarihinin araştırma alanında,
kendine özgü bir teorik çerçeve oluşturdu.
Sanat tarihinde
kadınların görmezden
gelinmesinin,
unutulmasının nedeni,
unutkanlık ve önyargı
değil; disiplinin, güçlü
ataerkil temel üzerine
yapılandırılmış
olmasıdır.
Klasik hegemonik söylem, Avrupa merkezciliğine
dayalı bir Sanat Tarihi araştırma modelidir.
Diğer coğrafyalar ve orada yaşayanların sanatı,
her zaman arka plana itilir.
Merkez içi konumlanmalarda; cinsiyet, ırk ve sınıf
hiyerarşileri işletilerek, tüm ötekiler yadsınır.
Kendisini evrensel kültürün lideri olarak kabul eder.
Feminist sanat tarihinin temelidir.
Sanat tarihinin gelişimi içerisinde
onların faaliyetleri kasıtlı ya da kasıtsız
olarak dışlanmıştır.
Uzun zamandır kadın sanatçıların tarihi
belgelenmesi yokluk içindeydi.
Sanat tarihinin gelişimi sürecinde
bu durum yoğunlaştı.
Feminizm, teorik açıklamaların pratik
öneme sahip olmasını sağlayan
kendi sanat tarihi varlığını kurar.
Kendi teorik sistemlerini kurmak ve yapıbozum
amacına ulaşmak için teorik pratiklerine
uygun yorumlama araçlarını kullanmak,
feminist sanat tarihinin inşasında
yol gösterici bir role sahiptir.
Paradigma değişiminin iki ana hedefi vardır
Ataerkil bilimsel disiplin sisteminin cinsiyetçi yapısı,
Normların hegemonik söylemi
Griselda Pollock: Sanat tarihinin bir disiplin olarak
kurumsallaşmış kurallara sahip olduğu kabul edilir.
Ancak 20. yüzyılda çoğu sanat tarihinin sistematik olarak
kadın sanatçıları kayıtlarından çıkardığını görüldü.
Birkaç sanat tarihi kitabı bunu yapmadı. Sadece ikincil ve
önemsiz olduklarını göstermek için kadın sanatçıların
varlığından bahsedildi.
Sanat tarihinin temel varsayımlarını, önyargılarını ve
suskunluklarını açığa çıkarmak, kadın sanatçıların
belgelendiğini, itildiğini ortaya çıkarmaktır.
Büyük harflerle, tanınmış tek bir sanat tarihi yerine, küçük
harflerle yazılmış çok sayıda sanat tarihi olmalıdır. Sanat tarihi,
sınıf, ırk, kültür, tarih, coğrafya ve cinsellik gibi karmaşık
gerçek toplumsal durumları sunmalıdır.
Feministler, kendi toplumsal cinsiyet baskılarının özgürleşmesi yoluyla,
farklı sınıf ve ırklara yönelik baskılara karşı da mücadele edilmesi
gerektiğinin farkındadırlar.
Pollock, araştırmacıların konumunun tarihsel materyalizmin feminizmi
olması gerektiğine dikkat çekti. Bunun önemli bir nedeni sosyal
ilişkilerine bağlanabilir. Marksizmin kapitalist sisteme ilişkin keskin
analizi gibi feministler de bu toplumsal ilişkilerdeki cinsiyet tahakkümü
ve baskının kökenini etkili bir şekilde tespit etmek için Marksizm
teorisinin analitik araçlarını kullanır.
Amaçlarındaki ayrım nedeniyle aralarında bazı önemli farklılıkların
varlığına dikkat edilmelidir.
Feministler yalnızca cinsiyeti, sınıfın yerine koymak gibi
basit bir uygulamadan kaçınmalıdır
Uygulayıcıların kadınları göz ardı eden, kaba Marksizme yöneldiği
konusunda da eleştirel bir farkındalığa sahip olmalıdır.
Bu konum; aynı zamanda feministlerin kendi sorunlarını
analiz etmede önemli bir rol oynuyor
Başarıların olduğunu onaylama öncülüğünde,
bazı gerçek tuzakları ve çelişkileri bulmak ve bunları
düzeltmek için bu bakış açısını kullanmanın
yararı unutulmamalıdır.
Bu disiplin paradigmasını; istikrara kavuşturmak
ve onu standartlaştırılmış bir gelişim yoluna
yöneltmek için çok elverişlidir.
Sorun farkındalığı
Doğal olarak mevcut değildir. Ancak analiz yoluyla elde edilir.
Feminizm üzerine yapılan ilgili araştırmalar,
cinsel farklılığın sosyal yapısının,
kadın sorunlarını analiz etmenin
genel çerçevesini oluşturduğunu bulgulamıştır.
Feminist akademisyenler, tıpkı edebiyat ve sosyoloji alanında olduğu
gibi, yalnızca toplumsal cinsiyet gücünü ve cinsel yönelimi önemli bir
tarihsel itici güç olarak tanımlayarak, cinsel tahakküm ve sömürünün
temel toplumsal çelişkisini anlayabileceğimizi defalarca vurguladılar.
Hiçbir şekilde sınıfın bir uzantısı değildir. Soruna dair böyle bir
farkındalık yoksa, yanlış anlaşılmaya girmek kolaydır.
Örneğin sosyolojik bir yaklaşım öncelikle toplumsal mekanizmalara
saldırmayı ve kadınlara yönelik ekonomik ayrımcılığa karşı koymayı
amaçlamaktadır. Ancak fiili etkiye bakıldığında bu hamlenin
cinsiyetçiliğin toplumsal yapısına ciddi bir zarar vermediği, sadece bir
ölçüde iyileştirdiği görülür.
Tarih resmi, Batı resminde önemli bir yaratıcı
temadır.
16. yüzyılda sanat akademisinin
kuruluşundan bu yana, çıplak çizim,
karakterleri daha iyi tasvir etmek için önemli
bir eğitim kursu haline geldi.
Başlangıçta çoğunlukla erkek modeller
kullanılırken, daha sonra kadın modeller
kullanılmaya başlandı.
Nü resim dersleri sadece erkeklere yönelik
programlandı. Kadınların katılımına izin
verilmedi.
Çıplak parkurun sınırlaması
zamanla, belki de bu
ayrımcılığın farkında
olunmadan, erkeklerle
kadınlar arasında, doğuştan
gelen yetenek eşitsizliğinin
kanıtı haline geldi
Fransız ‘Salon Sergileri’
inde kadınlar
profesyonel ressam
olarak kabul edilmedi.
19. yüzyıla kadar
Nü çalışma zorunluluğu
neden gösterilerek,
Kraliyet Akademileri
akademisyenleri Erkek
sanatçılar arasından
atandı.
Kadını sanatın değerli
bir objesi olarak
görmek; erkek
sanatçıların kadınları,
tasvir ettikleri objeler
olarak düşünmesini
pekiştirdi. Onları asla
meslektaşları olarak
görmediler.
‘Roma Ödüllerine’
kadınların katılımına
izin verilmedi.
Sanat tarihi
disiplini geliştikçe
kadın sanatçılara
yönelik cinsiyetçilik
sistemi de gelişti.
Sanatsal faaliyetlerde bulunan kadınların
toplumsal değerini oluşturmak
Sanat tarihi söyleminde genel olarak
"sanatçı" terimi erkek sanatçıları ifade eder;
Kadın sanatçıların belgelenmesi Rönesans'a kadar
alışılmadık bir durum değildi.
Pollock, Boccaccio'nun "Kadınlar Üzerine" ve Vasari'nin
"Büyük Sanatçıların Biyografisi" adlı iki Rönesans
eserini inceledi.
Boccaccio, kitabında
pek çok kadın
sanatçının isminden
bahsetmiş ve antik
çağlardan başlamıştı
Vasari kitabında
birçok kadın
sanatçıyı
belgelemişti
Bu, Rönesans döneminde kadın sanatçıların,
erkek entelektüeller tarafından kabul
edildiğini mi gösteriyor?
Rönesans döneminde sanatçının statüsü de
bir değişim süreci içerisindeydi.
İlk başta sanatçılar, alt sınıf emekçilerin düşük sosyal statüsünden
kurtulmaya hevesliydi. Bu nedenle soylularla bağlantı kurmak için çok
çabaladılar ve daha sonra iyi eğitimli bir entelektüel grup haline geldiler.
Sanatçıların statüsündeki değişim, sanatsal üretim
faaliyetlerinde bulunan kadınları nasıl etkiledi?
“Bu statü değişikliği esas olarak burjuvaziye yeni girmiş olanları, özellikle
de henüz girmemiş olanları etkiliyordu. Yeni ortaya çıkan iş adamlarının
sosyal statülerini iyileştirmek için soyluları taklit etmeleri; kadınların
manastırlarda, aile atölyelerinde veya endüstrilerde sanatsal üretimle
meşgul olması sürecini de olumsuz etkiledi.
Burjuvaziye dahil olan kadınların da, soylu kadınlar gibi derin yatak
odalarında tutulması gerektiğini savunan görüş; burjuvazi tarafından da
güçlü biçimde savunuldu.”
Öte yandan, burjuva ve proleter
kadınlar arasındaki karşıtlık;
Mary Cassatt, At The Opera, 1879
Edouard Manet
A Bar at the Folies-Bergère, 1882
Sanatçılar; nesnel dünyadaki bedenler ve objeler arasındaki ilişkiyi
aktarabilirler. Farklı ideolojik ve tarihsel dönüşümlerin yanı sıra,
tamamen öznel değişimlerden de etkilenen bir tür deneyimsel mekanlar
yansıtırlar. (Pollock, Cassett'in üç boyutlu uzayı )
Pollock sanat yapma ve sanatsal yorumlama bilincinin taşıdığı gücün
farkına varılmasını hatırlatır. Sanat tarihi konularının tartışmalarında,
ekollerin gelişiminden ya da biyografi aktüalitesinden uzaklaşılmasını
ister. Sanatı ; estetik ya da tarihi belge olarak anlamlandırsa da sanat
ile toplum, tarih ile kültür, arasındaki ilişkiye daha fazla önem verir.
Toplumun yapısal ilişkisinin genel örgüsü altında yer alan kültürel doku
anlamlandırmanın kaynağıdır.
Çünkü sanat, kültürel olguların yaratıldığı bir alan, duyma ve görme
gücünün şiddetle tartışıldığı bir savaş alanıdır. Pollock'un yazma
stratejisi, hiçbir siyasi amacı yokmuş gibi görünen bu incelikli,
doğallaştırılmış toplumsal yapıları ve bunların sanat ürününe nasıl
yansıdığını gerçekten ortaya çıkarmaktır.
Kadınların deneyimine verilen kültürel değer
Cinsiyetçiliğin aldığı özel biçimi ve bunun sınıf, çağ, ırk, etnik köken vb.
tarafından nasıl tanımlandığını ve çarpıtıldığını anlamak gerekir.
'Cinsiyetçilik' genel ve tarih ötesi bir kategori olarak değil, bir dizi farklı
sosyo-politik form olarak tartışılması gereken bir başka kategoridir.
Feminist sanat tarihi, sanki güzelliğe bir şekilde siyasi sabotaj yaptığı
suçlamalarıyla karşı karşıya kalır. Sanatı ve onun getirdiği zevkleri
takdir etmedeki başarısızlığıyla da karakterize edilir.
Bu düzeyde bir suçlama, beğeni yargıları ile aynı eserin tarihsel tanımları
arasındaki farkı anlayamayan cinsiyetçi bir savunma mekanizmasıdır.
Feminizmin, feminist politik sorunları ithal ederek sanat tarihi disiplinini
dönüştürdüğüne şüphe yok. Bu konular, sanat tarihinin sınırlarını zorluyor ve teorik
normlarının eleştirisini gerektiriyor.
Bunun saflık veya aşırı iyimserlik olmadığını umuyoruz.
Etiketler: Sanat Tarihinin Ataerkil yaklaşımı