BİZ NEREDEYDİK

BİZ NEREDEYDİK

BİZ NEREDEYDİK
isimli bu dokümana git

Dr. HANDAN TUNÇ
KONFERANS METNİ İSTANBUL 2005

BİZ NEREDEYDİK?
Dünya Güzel ve adaletli bir yer olsaydı saygı gören
kişiler gördükleri itibarın karşılığını aynı ölçüde
geri verme sorumluluğu duyardı.
FİCHTE
Başarısızlık günümüzün en büyük tabusudur. Başarıya ulaşma reçeteleriyle dolu popüler
kitaplar başarısızlıkla baş etme konusunda sessiz kalırlar. Kişinin başarısızlıkla yüzleşmesi ve
başarısızlığa yaşam öyküsünde yer vermesi, bizi için için kemiren ama başkalarıyla nadiren
tartıştığımız bir konudur. “ Hayır başarısız değilsin sen bir kader kurbanısın” klişesinde utancın
kolektif acısını bastırmayı öğrenen bir toplumun bireyleriyiz. “KAZANAN HEPSİNİ ALIR” piyasası
çok sayıda eğitimli insanı başarısızlığa mahkûm eden bir yapıya sahiptir.
“ SADAKAT, insanı her gün doğru karar verme zahmetinden kurtarır”1 Kişinin kendi sınırlarına
ve başkalarına bağımlına olumlu bakabilmesi, ekonomi politiğin yarattığı karakter aşınmasının
bir durumu değil midir? Bağımlı olmaktan utanç duymanın pratik sonucu vardır. Bu utanç
karşılıklı güven ve sorumlu duyarlılığı aşındırır. Günümüz kapitalizminde karşılaştığımız
karakter sorunu benliğimizin kendine egemen olma olanaklarının giderek daralmasıdır. Ortada
bir tarih var, ama insanlarca paylaşılan bir mücadele anlatısı ve dolayısıyla ortak bir kader yok.
“Bana kim ihtiyaç duyuyor?” sorusu modern kapitalizmde yoğun saldırı altında. Sistem
insanlara kayıtsızlık aşılıyor. Örgütlü karşı koyuşların belleklerden silindiği günümüzde var
olmanın koşulları; esnek olmak, risk almak reçeteleriyle sıralanan taktik uzmanlık becerilerine
bağlanıyor. Sürüklenmeye uyum, törpülenmeye yenileşme demek içimizi rahatlatıyor.
Üniversiteler; entelektüel etik yatırımlarının tükendiği, muhalif düşüncenin marjinal macera
sayıldığı, ideolojinin hastalık, protestonunsa saldırganlık olarak etiketlendiği bir ortamda,
demokrasinin “ustalıkla ‘mış’ gibi yapabilme becerisine bilimsel kılıf bulma” yöntemi olmasının
dışında hakiki yaşam değerinin olduğu söylenebilir mi?
Üniversite bir kurum olarak inşa edilmiş akıldır.
Genel olarak, özgürlük ve özerklik kavramlarının her ikisi de; seçme ve eylem özgürlüğünü
birlikte içerir. Seçme iradeye dayanır. İradenin en belirgin özelliği rasyonalitedir. Sonuç olarak,
üniversite özerkliği seçme özgürlüğü veya irade özgürlüğü ile karakterize olur.
Akademik özgürlük ise kolektif bir varlığın değil, tekil varlığın, akademisyenin sahip olduğu
özgürlüktür, bireysel bir haktır. Akademik özgürlük; akademik komünitenin/camianın
bireylerinin akademik faaliyetlerini, komünite tarafından belirlenen çerçeve içinde, etik
kurallar ve uluslararası standartlara göre, dış baskılardan bağımsız olarak yürütmesidir.

1

IBM Watson

1

Akademik özgürlük, seçme özgürlüğünden çok ifade eylemi, ifade özgürlüğü ile görünüşe
çıkar.2
Seçme bir karar vermedir. Karar vermeyi anlamlı kılan, seçme ve seçebilmedir. Karar verme
özgürce, dışarıdan müdahale olmaksızın, yargıda bulunmadır. Yargıda bulunma ise, seçenekler
arasında doğru akıl yürütme ile mümkündür ve özgürce ifade edilen yargı, bu akıl yürütmenin
sonucudur.
Eylem ise, seçileni gerçekleştirme, pratiğe dökme etkinliğidir. Özerklik ve özgürlük
kavramlarının her ikisi de, hem seçme özgürlüğünü ve hem de eylem özgürlüğünü içerdiğine
göre, aralarındaki temel fark, özgürlüğün bireysel bir varlığa, özerkliğin ise kolektif bir varlığa
ilişkin nitelik olmasıdır. Özerklik ve özgürlük akademik dünya için işlevlerini ve topluma karşı
sorumluluklarını yerine getirebilmenin olmazsa olmaz (sine qua non) koşullarından biri olarak
kabul edilir. Özerkliğin elde edilmesinde kolektif çaba kuşkusuz kaçınılmazdır. Peki, özgürlük
savaşında bireysel sorumluluğumuzdan nasıl muaf tutuk kendimizi?
IMF, OECD ve Dünya Bankası gibi ekonomik temelli. politik kurumlar ve ticari oluşumlar, açık
pazar, rekabetin teşvik edilmesi, yüksek öğretimin iş ve ekonomik gelişmede ilerleme için bir
araç olduğunu vurgulayarak, neo-liberal eğilimleri, reçete adı altında meşrulaştırmaktadırlar.
Türkiye’nin de içinde bulunduğu birçok ülke gelişmiş ekonomilerden bunları düşünmeksizin
satın almaktadır.
Öğrenci harçlarının yükseltilmesi ve üniversitelere devlet katkısının azaltılması, sosyal
etkinlikler gibi girdilerin cari giderler altında öğrencilere yüklenmesi, üniversitelerin ticari
anlamda ihale almak için rekabete zorlanması yaşanan sorunlara örnektir. Yukarıda
vurgulananları yalnızca küreselleşme ve neo-liberalizmin getirileri gibi algılamak yanılgı olur.
Burada doğrudan pazar ilişkileri oluşturmuştur. Sonuçta üniversiteler arasında öğrenciyi
çekme gibi bir rekabet doğmakta, programların standartlaştırılmasıyla üniversite gelenekleri
kaybolmaya başlamaktadır. Artık üniversiteler en iyi tıp, hukuk, ekonomi, öğretmenlik eğitim
veren üniversite şeklinde piyasadaki ticari işletmeler gibi uzmanlaşma eğilimi içine girmektedir
(Blake, 1998).
Öğretim üyeleri çeşitli proje ve etkinliklerden pay alma, üniversitede kalma uğruna bireysel
rekabete girebilecektir. Yükseköğretim kurumlarındaki bu tehlike ve çalışma koşulları diğer
alanları da etkileyecek ve yükseköğretim kurumlarının ticarileşmesi akademisyenlerin
niteliklerinin değiştirecektir.
Akademisyenler teknokratlara dönüşecektir. Tıpkı ticari işletme gibi hep daha fazla çalışma ve
üretme gibi ekonomik kavramlar onlar için de ölçüt olacaktır. Çalışma akademik yaşamın
önemli bir parçasıdır ve akademik yaşam için de önemlidir ve bilimsel araştırma ve alanlarında
ilerleme için anlamlıdır yoksa üniversite ya da herhangi bir yükseköğretim kurumuna gelen
talepleri karşılama ve ekonomik çıktıya dönüştürme açısından oldukça tehlikelidir.
Bu durumda, fakülte ve yükseköğretim kurumlarının başlarındaki kişiler ekonomik açıdan
kendilerini denetleyen ekonomistlerle performans değerlendirmeleri yapacaktır. Yönetsel
2

Durmuş Günay, http://www.durmusgunay.com

2

baskı ve güç akademik geleneğe üstün gelip, baskı ve sıkı düzenlemeyle totaliter eğilimler
ortaya çıkacaktır (Noble, 1997).3
Neo-liberal politikalar bağlamında, standartlaşma, işlevsellik, yeterlilik, özel sektörden gelen
yönetim anlayışı ve üniversitelerin bu eğilimi benimsemesi yükseköğretim kurumları üzerinde
farkında olmadan bir kontrol yaratmaktadır. Fakat asıl çelişkili olanı ise, birçok özel işletme,
kurum, araştırma kurumları ve sponsorların eğitim ve öğretimde öğretim üyelerinin
özerkliğinin gerekli olduğunu vurgulamaları ve öğrenci yaşantılarını desteklemelerini
söylemeleridir. Özel/kamu, işbirlikçi/demokratik, sanayi/devlet gibi basit ikilemler yüksek
öğretim kurumlarının karşı karşıya kaldıkları gerçek tercihleri yansıtmamaktadır. Buradaki
temel söylem fayda/maliyet mantığına dayalıdır yani yeniliklerin maliyeti azaltacağı daha
nitelikli eğitim yapılacağı öncülüne dayandırmaktadır ki, bu özü kaçırmak anlamına
gelmektedir.4
Yüksek öğretim anlayışı felsefi açıdan aydın yetiştirilmesinden çok yalnızca ticari işletme gibi
verimlilik/maliyet analizleri üzerine inşa edilmiştir. Hiçbir yükseköğretim kurumu sattığıyla
övünme gibi bir sorumluluğu taşımamalıdır. Bu nedenle yükseköğretim kurumlarının
düzenlenişi ve politikaların oluşturulmasında bu kurumların kendilerini yeniden tanımlamayı
kolaylaştıracak akademik araç ve amaçların anlamlarını hatırlamalıdır.
Üniversitelerin daha insani bir geleceğe doğru yolumuzu bulmak için ihtiyacımız olan
düşünmeyi, fikirleri bilime ve insan yaşamına yönelik kavrayışları ve bilgiyi geliştirmeye
çalışması gerekiyor. Bu amaca katkıda bulunmak için üniversitelerin özgür olması gerekir. Ve
bu özgürlük bölüştürülmelidir. Özgürlük üniversite yönetimi ve profesörlerin tekelinde
olmamalıdır.

Özellikle gelişmekte olan ülkelerin yükseköğretim kurumlarında, değişen bağlamda ayakta durabilmek için göz
ardı edilmemesi gereken kritik noktalar bulunmaktadır. Hükümet ve üniversite ilişkilerinde yeni bir denge aramak
en fazla göze çarpan sorundur. Özelleştirme ve yetkilerin dağıtılmasına doğru bir geçiş, hükümet ve
yükseköğretim kurumları arasındaki değişen ilişkilere yeni bir boyut kazandırmıştır. Yeni ilişkiler oluştukça, bazen
hedefler çakışmakta ve sistem bileşenleri farklı oranlarda değişmektedir. Kurallar, işleyiş ve teşvik sistemleri
arasında ortaya çıkan çatışmalar, aranılan değişiklikler için bir tehdit oluşturmaktadır (Chapman & Austin, 2002).
Diğer önemli bir konu, özerklikle baş etmektir. Kurumlar genelde bütçedeki paylarından vazgeçmeden,
yönetimde daha fazla özgürlük talep ederler. Hükümetler de üniversitelerin finansal olarak
kendilerine yetmelerini isterler fakat yükseköğretim kurumları üzerindeki devlet otoritesinden de
vazgeçmek istemezler. Gelişmekte olan ülkelerde bu dengenin sağlanmaya çalışılması yükseköğretim
reformu açısından en büyük zorluğu oluşturmaktadır. Özerkliğin faydaları genelde denklemin her iki
tarafı için de aşikârdır (Chapman & Austin, 2002).
3

Salmi, yükseköğretimin rolleri ve işlevlerini etkileyen üç temel zorluktan bahsetmektedir.
Bunlar, ekonomik küreselleşme, bilginin artan önemi ile bilgi ve iletişim devrimidir (Salmi, 2002). Bu zorluklarla
beraber daha ayrıntılı olarak yeni yükseköğretim senaryosunda sorun olabilecek bazı noktalar mevcuttur.
Öncelikle, web tabanlı derslerde ve uzaktan eğitimle, eleştirel düşünme ve sosyal öğrenmeyi oluşturan yeterli
derecede doğrudan iletişim ve birey etkileşiminin nasıl sağlanacağı bir problem niteliğindedir. Ayrıca, yüz yüze ve
online öğretimin doğru oranının belirlenmesi, öğrencilere sunulan bir çok program çeşidi arasından öğrencilerin
kendileri için uygun akademik yollarını ne şekilde yapılandıracakları, fen ve teknoloji programlarına gereğinden
fazla önem verilip, sosyal bilimlerin başarı şansının düşme ihtimali, öğrencilerin sorumlu birer vatandaş olarak
gereken değerleri nasıl edinecekleri, uzaktan eğitim gören öğrencilerin yabancı kültürlerle nasıl kaynaşacakları,
devamlı ve değişen bir çevrede istikrarın sağlanma güçlüğü, geleneksel fakültenin ve program sınırlarının ötesinde
nasıl disiplinler arası çalışmalar yapılacağı, part-time öğrenciler için nasıl programlar düzenleneceği, programın
öğretimsel ve pedagojik hedeflerine adapte edilecek teknolojilerin nasıl seçileceği, ileri teknoloji ve insan faktörü
arasındaki uygun dengenin nasıl sağlanacağı, tüm dünyada tek dilin kullanımı artık zorunlu hale gelmişken, dilsel
ve kültürel kimliğin nasıl korunması gerektiği belli başlı güçlükler olarak belirtilebilir (Salmi, 2001).
4

3

Sağlıklı bir toplumda üniversitenin inanç sarsıcı, bir toplumsal ve entelektüel yeri olmak
zorundadır.
Bütün bunlar olurken biz neredeydik?
 Ders içeriklerimize oto sansür uyguladık
 Üniversite Web sayfalarında yayımlanan tanıtım şirketlerinin yaptığı reklâm filmlerini
izledik
 Döner sermaye gelirlerimizi hangi yatırıma dönüştüreceğimizi düşündük
 Senatonun vermesi istenen çarpık kararları uyumsuzluk göstermemek adına rektörlerin
gözlerine bakarak imzaladık
 Ders ücretlerinin sus paylarını içimize sindirdik, bankaya gitmeyi reddedemedik ve en
önemlisi dilimize yeni sözcüklerin yerleşmesine izin verdik. “inşallah” çünkü umut etmek
unutulmuştu.

Protesto, kolektif ahlaki görüşlerin beraberinde getirdikleri iyi ve kötüyle birlikte aranabileceği
uygun yaşam kesitidir. Modern Toplumlarda insanların yeni ahlaki, duygusal ve bilişsel
duyarlılıklar geliştirdiği ender anlardan biridir. Protesto hareketleri nerdeyse hiç farkında
olmadığımız adı konulmamış sezgilerimizi ortaya çıkararak onları dile getirmemize yardım
eder, böylece bu sezgiler üzerine düşünebiliriz.
Protestolarımız eskidi, 18.yüzyılın direniş söylemleri bugün fark edilmiyor. Siyasi ikna,
mantıksal bir tümdengelim alıştırması olsa da, retoriğin ikna gücü, sadece söylenen şeylerin
içeriğine bağlı değildir. Söz konusu olan yalnızca örtük duygulara ve ahlaki sezgilere yönelik
gizli çağrılar değildir. Ayrıca bağımsız biçimde dikkat çeken ve eylemi haklılaştıran bir üslup ve
tını vardır. 5
En etkili ahlaki şoklar güçlü yoğunlaşmış simgelerde cisimleşen onlara tercüme edilebilen ve
onlarda özetlenebilen ahlaki şoklardır.

Robert Benfort bu haklılaştırıcı tınının dört öğesini tanımlamıştır: sorunun ciddiyeti, biç çözüm bulmanın
aciliyeti, sorun çözmede kolektif protestonun yaratacağı etki ve eylem uygunluğu..
5

4

Etiketler: handan tunc BİZ NEREDEYDİK