DİYALEKTİK EK 1

DİYALEKTİK EK 1
isimli bu dokümana git

DİYALEKTİK EK 1

DİYALEKTİK EK 1.
HANDAN TUNÇ

Benim diyalektik yöntemim, Hegelci yöntemden
yalnızca farklı değil, onun tam karşıtıdır da. Hegel’e
göre, “İdea” adı altında bağımsız bir özneye de
dönüştürdüğü insan beyninin yaşam süreci, yani
düşünme süreci, gerçek dünyanın yaratıcı gücüdür ve
gerçek dünya sadece “İdeanın” dış, görüngüsel
biçimidir. Bende ise tam tersine, idea, insan zihninde
yansıtılmış ve düşünce biçimlerine tercüme edilmiş
maddi dünyadan başka bir şey değildir.

Çevremizdeki dünyaya dikkatlice baktığımızda,
muazzam ve şaşırtıcı ölçüde karmaşık bir olaylar
serisi, görünüşte sonu gelmez değişimler,
nedenler ve sonuçlar, etkiler ve tepkilerden
oluşan bulmaca gibi bir ağ görürüz. Bilimsel
araştırmanın itici gücü, bu kafa karıştırıcı
labirentin akılcı bir sezgisine ulaşma, onu anlama
ve onu fethetme arzusudur.

Geneli özelden, tesadüfi olanı zorunlu
olandan ayıran ve bize meydan
okuyan olayları doğuran güçleri
anlama olanağını veren yasaları ararız.

Diyalektiğin temel önermesi her şeyin sürekli bir
değişim, hareket ve gelişme süreci içinde olduğudur.
Bize hiçbir şey olmuyor gibi göründüğünde bile,
gerçekte, madde sürekli olarak değişmektedir.
Moleküller, atomlar ve atomaltı parçacıklar sürekli
olarak yer değiştirmektedirler ve her zaman hareket
halindedirler. Diyalektik bu bakımdan, hem organik
hem de inorganik maddenin her düzeyinde ortaya
çıkan olayların ve süreçlerin, vazgeçilmez nitelikte,
dinamik bir yorumudur.

Engels diyalektiği “hareketin ve doğanın, insan
toplumunun ve düşüncesinin gelişiminin en
genel yasalarının bilimi” olarak
tanımlamaktadır. Anti-Dühring’ de ve Doğanın
Diyalektiği’ de en temel üç tanesinden
başlayarak, diyalektiğin yasalarının bir
dökümünü vermektedir:

1) Niceliğin niteliğe dönüşmesi ve tersi
yasası;
2) Karşıtların karşılıklı iç içe geçmesi yasası
3) Yadsımanın yadsınması yasası.

Çelişki tüm varlığın temel bir özelliğidir.
Maddenin ta derininde yatar. Tüm Diyalektik
düşüncenin temel noktası, onun değişimi ve
hareketi temel alması değil, hareketi ve değişimi
çelişki temeline dayanan olgular olarak
görmesidir. Geleneksel biçimsel mantık çelişkiyi
kapı dışarı ederken, diyalektik düşünce onu
kucaklar.

Hareketin, değişimin, yaşamın ve gelişmenin
kaynağıdır.
Bu fikri dile getiren diyalektik yasa,
karşıtların birliği, çatışması ve iç içe geçmesi
yasasıdır. Diyalektiğin üçüncü yasası olan
yadsımanın yadsınması yasası, gelişme
anlayışını dile getirir.

Bu yasa, süreçlerin sürekli olarak kendilerini
tekrarladıkları kapalı bir çember yerine, art arda
gelen çelişkilerden oluşan hareketin, gerçekte
basitten karmaşığa, alçaktan yükseğe doğru bir
gelişmeye yol açtığına dikkat çeker. Görüntü
tersine olmasına rağmen, süreçler kendilerini
tıpatıp tekrarlamazlar.

Bunlar, çok şematik bir özetle, diyalektiğin
en temel üç yasasıdır. Bunlardan çıkan ve
parça ve bütün, biçim ve içerik, sonlu ve
sonsuz, çekme ve itme vb. arasındaki
ilişkilere dair bir dizi ek önermeler de
vardır. Bunlara Diyalektik kategoriler adı
verilir.

NİCELİK VE NİTELİK

Niceliğin niteliğe dönüşmesi yasası, maddenin
atomaltı düzeydeki en küçük parçacıklarından,
insanın bildiği en büyük olgulara kadar son
derece geniş bir uygulama alanına sahiptir. Her
türden görünümde ve her düzeyde bunu görmek
mümkündür.

Belirli koşullarda küçük değişikliklerin bile büyük
değişimlere yol açabileceği fikri, her türden deyiş ve
atasözlerinde ifadesini bulmuştur.
Düz bir yüzey üzerine kum tanelerini bırakıyoruz.
Deney, hem masa üzerine yığılan gerçek kumla, hem de
bilgisayar simülasyonlarıyla defalarca yapılmıştır. Kum
taneleri küçük bir piramit oluşturana kadar, bir süre için
yalnızca üst üste yığılırlar.

Bu noktaya bir kez ulaşıldığında, ilâve her tane, ya
yığının üstünde bir oturma yeri buluyor ya da diğer
tanelerin bir çığ biçiminde düşmesine sebebiyet verecek
şekilde yığının bir yanına doğru dengesini yitiriyor.
Diğer tanelerin nasıl denge bulduğuna bağlı olarak, çığ
çok küçük bir çığ da olabilir, kendisiyle beraber çok
sayıda taneyi sürükleyen yıkıcı bir çığ da olabilir. Kum
yığını bu kritik noktaya ulaştığında, tek bir tane bile
tüm çevresini dramatik bir biçimde etkilemeye
muktedir hale gelir.

Görünüşte önemsiz olan bu örnek, depremlerden
evrime, borsa krizlerinden savaşlara, geniş bir
uygulama alanıyla birlikte mükemmel bir “kaos
kıyısı modeli” sunar.
Fazla kum yanlardan kayarken kum yığını büyür.
Tüm fazla kum düştüğünde, elde kalan kum
yığınına “kendi kendini örgütlemiş” denir. Başka
deyişle, hiç kimse onu bilinçli olarak bu şekle
sokmamıştır.

O, yüzeyindeki kum tanelerinin alenen kararlı olduğu bir
kritiklik durumuna ulaşıncaya kadar, kendi iç yasalarına
göre “kendisini örgütlemektedir”. Bu kritik durumda tek
bir kum tanesinin dahi eklenmesi öngörülemez sonuçlara
yol açabilmektedir.
erili büyüklükte bir çığın ortalama frekansı, bu
büyüklükle üstel olarak ters orantılıdır. Per Bak aynı
zamanda, zincirleme reaksiyonun bir nükleer patlamaya
doğru geçiş yaptığı nokta olan plütonyumun kritik
kütlesinde olduğu gibi, “üstel” davranışın doğada son
derece yaygın olduğuna dikkat çekiyor.

Modern fizik, nicelik ve nitelik yasasıyla başlayarak,
diyalektiğin yasaları için zengin örnekler sunmaktadır.
Elektromanyetik dalganın farklı türleri ve bunların
frekansları (yani titreşim hızları) arasındaki ilişkiyi
alalım örneğin. Engels’in de çok ilgilendiği
Maxwell’in çalışması, elektromanyetik dalgaların ve
ışık dalgalarının aynı türden olduğunu gösterdi. Daha
sonra kuantum mekaniği durumun çok daha karmaşık
ve çelişkili olduğunu göstermesine rağmen, düşük
frekanslarda dalga teorisi geçerliliğini korumaktadır.

Farklı dalgaların özellikleri saniyedeki salınım sayısıyla
belirlenmektedir. Fark, titreşim hızlarını ifade eden dalga
frekanslarında, dolayısıyla saniyedeki titreşim
sayısındadır. Bu da demektir ki, nicel değişimler farklı
türden dalga sinyallerine yol açmaktadır. Renklerin
diline tercüme ettiğimizde, kırmızı ışık düşük frekanslı
ışık dalgalarını temsil etmektedir. Titreşim arttırılırsa renk
portakal sarısına, daha sonra mora döner, sonra da
görünmez mor ötesi ve X ışınları ve son olarak gama
ışınları bölgesine geçilir.

KATAGORİ : ORGANİK VE İNORGANİK

Nicelik ve nitelik yasası, modern fiziğin en tartışmalı
yönlerinden biri olan ve başka bir bölümde daha
ayrıntılı olarak inceleyeceğimiz sözde “kesinsizlik
ilkesine” de ışık tutmaktadır. Tek bir atomaltı parçacığın
tam konumu ve hızını bilmek imkânsızsa da, çok büyük
sayılarda parçacığın davranışını büyük bir kesinlikle
öngörmek mümkündür.

Koşulların dizilişi, belirli bir noktada, inorganik
maddenin organik maddeye yol açtığı nitel bir
sıçramaya sebep olur. İnorganik maddeyle
organik madde arasındaki fark yalnızca görelidir.
Modern bilim ikincinin birincisinden nasıl
çıktığını tam olarak keşfetme yolunda hayli
ilerlemiştir.

Yaşamın kendisi atomların belirli bir tarzda
örgütlenmesinden ibarettir. Hepimiz atomların bir
toplamıyız, ama “yalnızca” atomların bir toplamı
değil. Genlerimizin şaşırtıcı karmaşıklıktaki dizilişi
içinde sonsuz sayıda olanaklar var. Her bireyin bu
olanakları azami ölçüde geliştirmesini sağlama
görevi sosyalizmin gerçek görevidir.

Tek bir karınca, kendi başına bırakıldığında düzensiz
aralıklarla yiyecek arayıp durarak gelişigüzel biçimde
dolaşacaktır. Ancak, gözlem tüm bir karınca kolonisine
yöneldiğinde, karıncaların kusursuz biçimde düzenli
aralıklarla harekete geçtikleri derhal açığa çıkar. Bunun,
emeklerinin verimini azami ölçüye çıkardığı
düşünülmektedir: eğer hepsi bir arada çalışırlarsa, bir
karıncanın başka biri tarafından yerine getirilmiş bir işi
tekrarlama ihtimali yoktur.

Bir karınca kolonisi seviyesinde koordinasyonun
derecesi öyledir ki, bazı insanlar, onların bir
koloniden ziyade tek bir hayvan olduğunu
düşünürler. Bu da yine, doğada, hayvan ve insan
toplumunda çok çeşitli düzeylerde var olan ve
ancak bütün ve parça arasındaki diyalektik ilişki
bakımından anlaşılabilecek bir olgunun mistik
sunuluşudur.

Türlerin evrimini göz önüne getirdiğimizde,
niceliğin niteliğe dönüşümü yasasını iş başında
görebiliriz. Biyolojinin terimleriyle belirli bir
hayvan “soyu” ya da “ırkı” kendi içinde döllenme
kapasitesiyle tanımlanır. Ama evrimsel değişimler
bir grubu diğerinden uzaklaştırdıkça, artık kendi
aralarında döllenemeyecekleri bir noktaya gelinir.
Bu noktada yeni bir tür oluşmuştur.

Bu süreçlerin kimi zaman yavaş ve uzun süreli,
kimi zaman da aşırı derecede hızlı olduklarını
göstermişlerdir. Her iki biçimde, küçük
değişimlerden oluşan tedrici bir birikimin, nasıl
belirli bir noktada nitel bir değişimi tetiklediğini
göstermektedirler. Bu biyologlar, ani değişim
patlamalarıyla kesintiye uğrayan uzun denge
dönemlerini tanımlamak için kesintili dengeler
terimini kullanırlar.

KATAGORİ: BÜTÜN VE PARÇA

Biçimsel mantığa göre bütün, parçalarının toplamına
eşittir. Ancak daha yakından bakıldığında bunun doğru
olmadığı görülür. Canlı organizmalar örneğinde durum
açıkça tersidir. Laboratuvarda kesilen ve kendisini
oluşturan parçalara ayrılan bir tavşan artık bir tavşan
değildir. Bu gerçek, kaos teorisi ve karmaşıklığın
savunucuları tarafından kavratılmıştır.

Bütün neredeyse her zaman kendi parçalarının
toplamından büyük oranda fazladır. Ve bu
özelliğin matematik ifadesi –bu sistemler
matematik tarafından tanımlanabildiği
ölçüde– nonlineer bir denklemdir: grafiği eğri
olan bir denklem

Moleküler ağırlığın ilgili atomların ağırlıkları
toplamına eşit olması nedeniyle, salt nicel bir
ilişkiye giren atomların bizatihi değişmeden
kaldıkları varsayıldı. Ancak, bileşiklerin birçok
özelliği bu şekilde belirlenemiyordu. Gerçekten,
bileşiklerin kimyasal özelliklerinin çoğu
kendilerini oluşturan elementlerin
özelliklerinden ciddi ölçüde farklılaşmaktadır.

Karmaşık yapıların daha temel faktörlerin bir toplaşması
olarak açıklanması gerektiğini kabul etmekle beraber, bu
elementler arasındaki ilişkilerin yalnızca pasif ve nicel
ilişkiler değil, dinamik ve diyalektik ilişkiler olduğunu
göstermiştir. Atomları oluşturan elementer parçacıklar
sürekli olarak birbirinin içine geçmek suretiyle etkileşirler.
Sabit varlıklar değildirler, her an hem kendileridirler hem
başka bir şeydirler. İşte moleküllere, kendilerine has
niteliği, özelliği ve belirli kimliği veren şey bütünüyle bu
dinamik ilişkidir.

Nitelik, dünyaya ilişkin bilgimizin temelini
oluşturur, çünkü o, maddi gerçekliğin tüm
düzeylerinde var olan kritik sınırları göstererek,
tüm şeylerin temel gerçekliğini ifade eder.
Kademeli küçük değişimlerin bir hal değişimine
yol açtığı kesin nokta bilimin en temel
problemlerinden birisidir. Bu sorun diyalektik
materyalizmde merkezi bir yer tutar.

KATAGORİ: KARMAŞIK ORGANİZMALAR

Hayatın kendisi inorganik maddeden organik
maddeye nitel bir sıçramadır. Bunu meydana
getiren süreçlerin açıklaması, günümüz biliminin
en önemli ve heyecan verici sorunlarından
birini oluşturur.

Yaşam, sürekli ve hızlı biçimde işleyen muazzam
sayıda kimyasal reaksiyonlarıyla karmaşık bir
etkileşimler sistemidir. Kalpte, kanda, sinir
sisteminde, kemiklerde ve beyindeki her
reaksiyon, vücudun diğer kısımlarıyla etkileşim
halindedir. Hızlı hareketi, çevredeki en küçük
değişikliğe ani tepkileri, değişen iç ve dış koşullara
sürekli uyarlanmaları sağlayan en basit canlı
varlığın işlemleri, en gelişmiş bilgisayardan çok
daha karmaşıktır.

Burada bütün, en çarpıcı biçimiyle
parçaların toplamından fazladır. Vücudun
her parçası, her kas ve sinir tepkisi, tüm
diğer parçalara bağlıdır. Burada, yaşam
diye bildiğimiz olguyu yaratmaya ve
sürdürmeye muktedir, dinamik ve
karmaşık, başka deyişle, diyalektik bir
karşılıklı etkileşimi görüyoruz.

Bütünle parça arasındaki diyalektik ilişki, doğada
kendisini, bilimin farklı dallarında yansımasını bulan
farklı karmaşıklık düzeylerinde ifade eder.
a) Atomik etkileşimler ve kimya yasaları biyokimyanın
yasalarını belirler, ama yaşamın kendisi nitel olarak
farklıdır.
b) Biyokimya insanın çevreyle etkileşimindeki tüm
süreçleri “açıklar”. Ama yine de insan faaliyeti ve
düşüncesi onları oluşturan biyolojik süreçlerden nitel
olarak farklıdır.

c) Her birey, kendi fiziksel ve çevresel gelişiminin bir
ürünüdür. Yine de bireylerin karmaşık etkileşimlerinin
toplamı, ki toplumu oluşturur, nitel olarak farklıdır. Bu
durumların her birinde bütün, parçaların toplamından
büyüktür ve farklı yasalara riayet eder.
Son tahlilde tüm insan varlığı ve etkinliği atomların
hareket yasalarına dayanır. Bizler, kendi iç yasalarına
göre işleyen ve süreklilik arz eden bir bütün oluşturan
maddi evrenin parçasıyız.

DEVRİMİN MOLEKÜLER SÜREÇLERİ
Marksizm'in, kendi kaderimizi şekillendirmede
bireylerin rolüne hiç yer tanımadığına dair yanlış
bir anlayış vardır. Bu karikatüre göre maddeci tarih
anlayışı her şeyi “üretici güçlere” indirgemektedir.
İnsanlar yalnızca ekonomik güçlerin kör taşıyıcıları
olarak ya da ipleri tarihsel kaçınılmazlığın elinde,
dans eden kuklalar olarak görülmektedirler.

Tarihsel sürece ilişkin bu mekanik görüşün (ekonomik
determinizm) Marksizm'in diyalektik felsefesiyle ortak hiçbir
yanı yoktur. Tarihsel maddecilik, insanların kendi tarihlerini
yaptıkları temel önermesinden yola çıkar. Ama insanların
tamamen özgür taşıyıcılar olduklarına dair idealist anlayışın
tersine, Marksizm, onların içine doğdukları toplumun gerçek
maddi koşulları tarafından sınırlandıklarını açıklar. Bu
koşullar, üretici güçlerin gelişme düzeyi tarafından temelden
belirlenir, ki bu düzey tüm insan kültürünün, siyasetinin ve
dininin üzerine oturduğu nihai temeldir.

Ne var ki, bu faktörlerin doğrudan doğruya
ekonomik gelişmeyle şekillendirilmeyip, kendi
tarzlarında bir yaşam sürmeleri mümkündür ve öyle
de olur. Tüm bu faktörler arasındaki son derece
karmaşık ilişkilerin mekanik değil, diyalektik bir
karakteri vardır. Bireyler içine doğdukları koşulları
seçmezler. Bu koşullar onlara “verilir.”

İdealistlerin hayal ettikleri gibi, salt zekâlarının ya
da karakterlerinin gücü nedeniyle bireylerin kendi
iradelerini topluma dayatmaları da mümkün
değildir. Tarihin “büyük adamlar” tarafından
yapıldığı teorisi, beş yaş grubunu eğlendirmeye
uygun bir peri masalıdır. Bu teori, devrimleri
“ajitatörlerin” habis etkisine bağlayan “komplocu”
tarih “teorisiyle” hemen hemen aynı bilimsel
değeri taşımaktadır.

Diyalektikte şeyler er ya da geç kendi karşıtlarına
dönüşürler. İncil’in sözleriyle “ilk olan son olacak ve
son olan ilk olacak.” Bunu birçok defa görmüşüzdür,
büyük devrimler tarihinde de buna az rastlanmamıştır.
Önceleri geri ve pasif olan katmanlar bir patlamayla
ortaya çıkabilmektedirler. Bilinç ani sıçramalarla ilerler.
Bunu her grevde görmek mümkündür. Ve her grevde,
gelişmemiş, embriyonik bir biçimde de olsa devrimin
unsurlarını görebiliriz.

Bu gibi durumlarda bilinçli ve gözünü
budaktan sakınmayan bir azınlığın
varlığı, kimyasal reaksiyonlarda
katalizörün oynadığı role tamamen
benzer bir rol oynayabilir. Bazı
durumlarda tek bir birey bile mutlak
surette tayin edici bir rol oynayabilir.

DİYALEKTİK 3
HANDAN TUNÇ

KARŞITLARIN BİRLİĞİ ÇATIŞMASI VE
KARŞILIKLI İÇ İÇE GEÇİŞİ

K. Marx da değişmenin çelişen ve çatışan güçlerin
sentezinden meydana geldiğini kabul etmektedir.
Ancak, ona göre, gerçek olan olayların insan
zihnindeki algıları sonucu beliren ideler değil, bu
algıları yaratan olayların kendileridir.
Öyle ise, olayların insan zihnindeki algıları sonucu
beliren ideler değil, bizzat olaylar incelenmelidir.

K. Marx böylece Heykelci felsefeyi tersyüz
etmekte; «tez» ve «antitez» tahlilini evrensel
olaylara uygulamaktadır. Ona göre, çelişen
ve çatışan öğeler, yani «tez» ve «antitez»ler
ortaya «sentez»ler çıkarmakta; bu «sentez»ler
ya «tez» ya da «antitez» olmakta yeni
«sentez»ler meydana getirmektedir.

Diğer bir deyimle, gereksinmelerimizi
doğrudan ve dolaylı gideren malların üretim
ve mübadele biçimi (üretim süreci) tüm
sosyal, siyasal ve kültürel süreçleri koşullar.
Hukuk ilişkileri olsun, devlet biçimleri olsun,
her şeyin kökü yaşamı çevreleyen maddi
koşullarda yatmaktadır.

Kısaca toplumun bir alt yapısı, birde üst
yapısı vardır. Üretim süreci toplumun alt
yapısını; sosyal, politik, hukuki ve kültürel
ilişkileri toplumun üst yapısını oluşturur.
Toplumun alt yapısı üst yapısını belirler.
Yani, tüm sosyal, politik, kültürel ve
hukuki ilişkiler ekonomik yapı tarafından
şekillendirilir.

K. Marx'ın «tarihi maddecilik» olarak nitelendirilen
bu teorisi Engels'in «Anti Dühring» adlı kitabında
şöyle açıklanmaktadır: Bütün sosyal değişmeler ve
siyasal ihtilâllerin temel nedenlerini insanların
beyninde veya ilahi adalet ve ilahi gerçeğe ulaşma
çabalarında değil, üretim ve mübadele
biçimlerindeki değişmelerde aramak gerekir. Diğer
bir deyimle, bu olayların nedenleri devrin felsefi
görüşlerinde değil, ekonomik yapısındadır